RE: Lafza-i Celal (Allah) Zikri, Gizli Zikir, Kalp Zikri
‘Lafza-i Celal zikrinde’ kişi canlı veya toprak olmuş bedenini ve evrendeki cansız maddelerin atomlarını zikir halinde canlandırırken ‘Kelime-i tevhit zikrinde’ ise insanın kendi bedenini, tüm evreni Allah’ın zatı karşısında yok etmesi amaçlanır. Ölüm insan için bunu sağlar, kıyamet de tüm evrenin yok oluşunu gerçekleştirecektir. İnsan ölünce tüm bedeni toprak olacaktır, kıyamet kopunca da tüm evren yıkılacak, maddenin en küçük parçası olan atomlar bile dağılıp aslı olan yokluğa dönüşecektir. Baki kalan sadece yüce Allah’ın zatı olacaktır. İşte Kelime-i tevhit zikri çekilirken bu esasa çok dikkat etmek gerekir. Zikir sırasında Allah (c.c.) dışında her şeyi yok bilmek gerekir. Onların faniliklerini göz önüne getirmek bu açıdan yararlıdır. Yine kendimizi mezarda çürümüş, tamamen toprak olmuş gördükten sonra evrenin büyük bir patlama ile yokluğa karıştığı imgesini gözümüzün önünde canlandırabiliriz. Bu hayalden sonra Allah’ın zatının ezeli ve ebedi olduğunu, baki kaldığını düşünmek gerekir. ‘Yeryüzünde olan her şey fanidir, ancak celal ve ikram sahibi olan Rabbinin zatı bakidir. (Rahman suresi, 26-27).’
Lafza-i Celalin hızlı çekilmesi gerektiğini belirtmiştik. Kelime-i tevhit zikrini de hızlı çekmek çok yararlıdır. Çünkü bu şekilde çekmek kişiye büyük bir coşku verir. Coşku da aşkı doğurur. Bir zikir aşkla çekildi mi kişiyi Allah’ın izni ile ileri makamlara ve hallere ulaştırır. Tespihi hızla çekme dolayısıyla ‘la-ilahe’ tespihin bir tanesine, ‘illallah’ diğerine denk düşebilir. Ama yine de bu iş kişiden kişiye değişebilir. Aslında tespih böyle bir anda sayıyı belirleyen bir alet değil, coşku sağlayan bir unsur olur. Elbette Nakşibendiyye tarikatında Kelime-i tevhit zikri kalple çekilmez. Kişinin kendi duyacağı bir ses ayarıyla zikredilir. Virtte doğal olarak sayıyı korumak hâkim olduğu için zikirde tespih taneleri o kadar hızlı çekilemez. Ama sayısız zikirde coşkuyu artırmak için eldeki tespihi dediğimiz veya dilediğimiz tarzda kullanabiliriz. Zikrin o zaman tadına doyum olmaz.
İnsanın tek başına yalnız havas bilgileri ile (Allah’ın şu güzel ismini şu kadar çekersen şu faziletlere sahip olacaksın tarzında bilgiler…) zikre yönelmesi beraberinde büyük itikadi yanlışlıklar ve sapmalar da getirebilecektir. Zikir ehil birisinin, mürşid-i kâmilin rehberliğinde çekilmedikçe insana yarar kadar zarar da verebilir. Tabii bu sözünü ettiğimiz şey, Laza-i Celal (Allah), kelime-i tevhit gibi zikirleri çokça çekme ile ilgilidir. İnsan kararında oldukça, mürşid-i kâmilsiz, kendisi de yalnız başına zikir edinebilir. Bir takım haller yaşadığında bir mürşid-i kâmile danışabilir, başvurabilir. Esma-i Hüsna zikri de mürşid-i kâmile başvurmadan kişinin kendi isteğiyle çekilebilir. Ama yine de Esma-i Hüsnada da ihtiyatlı olmak lazımdır. En azından tasavvuf ve tarikat kültürünü hazmetmek gerekir. Tasavvuf ve tarikat kültürünün de temelini her an tövbe ve istiğfar halinde olma, nefisle mücadele etme, onu her daim küçük görme ve Allah rızasını amaç olarak kabul etme oluşturur. Çünkü şeytanlar hiçbir fırsatı kaçırmaz. Kılavuzsuz yola çıkanları çeşitli tehlikeler bekleyebilir. Örneğin yaptığı zikirle dualarının kabul edildiğini gören birisi istidraca düşebilir. Benliği güçlenip kendisinde olmayan çeşitli büyüklükler görebilir, kibire ve ucuba kapılabilir. Çünkü zikrin neticesi birtakım haller yaşanmaya başlayacaktır. Bunların bazısı Rahmani bazısı da şeytanidir. Bunları insanın yalnız başına birbirinden ayırması imkânsızdır. Birbirlerine çok benzerler. Farkına varmadan şeytanın oyuncağı olabilir. Bunlar da insanı ebedi helake, pişmanlığa götürmeye yeter. Ayrıca vesveseye de düşebilir. Hele içinde bulunduğumuz çağda insanlar gerekli dini ve itikadi bilgilerden bile yoksunken onların ellerine verilecek böyle bir havas bilgisi Allah’ın (c.c.) güzel isimlerinin gereği ve amacı dışında zikredilmesine yol açacaktır. Onun için zikir yoluna gireceklerin bir mürşid-i kâmilin himayesine girmesi en doğru yoldur. Nefis tezkiye olmadıkça zikir, özellikle Esma-i Hüsna zikri ona yarardan ziyade zarar verecektir. Çünkü böyle bir kişi Allah’ın güzel isimlerine hep nefis hesabıyla bakacaktır. Bu da onu manevi olarak zarara sokacaktır. Hâlbuki Esma-i Hüsna zikrini çekmenin temel amacı Allah’ı övüp yüceltme veya O’nun güzel ahlakıyla ahlaklanmadır. O’nun rızası dışında her şey nefis hesabınadır. Allah’ın rızası dışında kendisine bir hedef çizen ve bu konuda Esma-i Hüsnadan umut bekleyen kişi ise yoldan çıkmıştır. Nefis ve şeytanlar onu aldatmıştır. Allah (c.c.) bu durumlara düşmekten bizleri korusun. Âmin. Evet, şu ayet-i kerime bu kişilere hitap etmektedir: “En güzel isimler Allah’ındır. O halde O’na en güzel isimlerle dua edin. O’nun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır (Araf suresi, ayet 180).”
Rabıta ve zikrin feyziyle kısa zamanda kalp ve letaif noktaları açılarak ilahi (kırmızı, sarı, beyaz, yeşil, siyah, bunların karışımı değişik tonlardaki renkli) nurlar görülebilir.
Biz ilk zamanlarımızda bu nurlara karşı çok meraklı idik. Tabii varlıklarını kitaplardan okurduk. Acaba gerçekten görebilecek miyiz, diye kendi kendimize söylenip dururduk. Bizden önce bu yola girenlere, ileri derecede zikir çekenlere bu ilahi nurları görüp görmediklerini sorardık. Onlar nedense konuşmak istemezler, Nakşibendiyye yolunda her şey gizlidir, sırlar söylenmez, kabilinden cevaplar verirlerdi. Dedikleri doğruydu. Bir insanın durduk yerde hallerini etrafa anlatması edebe aykırıdır. Tasavvuf ve tarikat yolu ise baştan sona edeptir. Bir de o kişinin gurura, ucuba düşmesine neden olabilir. Bu da telafisi mümkün olmayan büyük zararlar getirebilir. Ayrıca nazar tehlikesi de bunun cabasıdır. Allah her birimizi bu afatlardan korusun. Âmin. Kuran-ı Kerim’de yüce Allah, pek çok yerde ‘böbürlenenleri’ ve ‘övünenleri’ sevmediğini beyan buyurmuşlardır (Hadid suresi 23, Lokman suresi 18, Nisa suresi 36, Kasas suresi 76, vb.). Tasavvuf ve tarikat yolu nefsi ezmek ve hiç etmek sanatıdır. Kişi bu yolda kendisinde çok az da olsa bir varlık gördüğü zaman anında manevi ilerlemesi durur, çeşitli sıkıntılar yaşamaya başlayabilir. Bu büyük tehlikelere karşın Allah’a sığınarak ve sadatlardan manevi himmet dileyerek insanların bu konulardaki meraklarını gidermek, onlara tavsiyelerimizin daha etkili olması için, ayrıca onları rabıta ve zikre teşvik etmek gayesiyle yaşadığımız tecrübelerden birazcık da olsa kısaca bahsetmek istiyoruz:
Gerçekten sultani zikirde tüm vücudun veya bazı organların hücreleri titreşimdeki cep telefonu misali akıl almaz bir hızla zikretmektedir.
Gerçekten kalp ve letaifler açıldığında bu noktalardan, daha doğrusu göğüsten, ibadetler sırasında (namaz ve zikir gibi) çok büyük hazlar alındığı gibi gözler kapalı olduğunda değişik renklerdeki nurlar da görülmektedir.
Gerçekten değişik renkteki nurlar görüldükten epey bir zaman sonra saydam bir nur halesi, daha doğrusu nur kalesi insanı kuşatmaktadır. Bu insanı şeytanlara karşı korumaktadır.
Böyle nimetleri kullarına bahşeden Rabbimize kelimeleri adedince şükürler, hamd u senalar olsun.
Sofiler rabıta ve zikirlerine dikkat ederlerse kısa zamanda bu söylediğimiz halleri yaşayacaklardır. Tabii tasavvuf ve tarikat yolunda bu halleri yaşamak önemli değildir. Bu konuda vesveselere düşmemek de gerekiyor. Çünkü insan bunlarla da imtihan edilebilir. İnsan bir ömürde bu halleri yaşamasa bile Allah’ın (c.c.) rızasına erebilir. Önemli olan da budur. Bu tür halleri yaşayan kişilerin de Allah’ın rızasına erdiğini düşünmek doğru değildir. Son nefeste imansız gitme tehlikesi peygamberler dışında herkes için geçerlidir. İmam-ı Rabbani Hazretlerinin (k.s) de dediği gibi Allah (c.c.) ahrette bizleri yaşadığımız manevi hallerden sorguya çekmeyecektir. Önemli olan Allah’ın emir ve yasaklarını (şeriatı) yerine getirip Allah’ın rızasına ermedir. Rabıta ve zikirde amaç, Allah rızasıdır. Hal elde etmek değildir. Böyle bir isteğin kalpte olması bile bir fitnedir. İmtihan konusudur. Allah’ın rızası ile araya giren aşılmaz bir perdedir. Allah hepimizi bu tür afatlardan korusun. Âmin.
Özellikle rabıta sırasında insan nefsini çok ezmeli, kendini toprak misali yok bilip sadatlardan gelecek feyze ve nura talip olmalıdır. Aslında bu bütün ibadetlerde, hatta yaşamın her anında böyle olmalıdır. Onları rabıtada görmek istemek gibi bir duygu her şeyden önce bir edepsizliktir. Böylelerinin rabıtanın nuru ve feyzinden de bir nasipleri olmaz.
Allah fazl u ikramıyla bizlere son nefese kadar zikrini ve mürşid-i kâmile yapılan rabıtayı sevdirsin ve bizlere her daim rızasını nasip eylesin. Âmin.
Muhsin İyi
Bunu ilk beğenen sen ol.