You need to enable JavaScript to run this app.

Skip to main content

Forumcu
KEHF SURESİ
18-KEHF:

1 - Hamd, o Allah'a mahsustur ki kulu (Muhammed'e) kitabı indirdi ve ona hiçbir eğrilik koymadı.

2 - Onu dosdoğru (bir kitap) olarak (indirdi) ki katından gelecek şiddetli azaba karşı (insanları) uyarsın ve yararlı işler yapan müminlere kendileri için güzel bir mükafat bulunduğunu müjdelesin.

3 - Onlar orada sürekli kalacaklardır.

4 - Ve "Allah çocuk edindi" diyenleri de uyarsın.

5 - Bu hususta ne kendilerinin, ne de atalarının hiçbir bilgisi yoktur. Ağızlarından çıkan söz ne büyük bir iftiradır. Onlar, yalandan başka bir şey söylemiyorlar.

6 - (Ey Muhammed!) Demek onlar, bu söze (kitaba) inanmazlarsa, onların peşinde üzüle üzüle kendini helak edeceksin!

7 - Biz yeryüzündeki şeyleri kendisine süs olsun diye yarattık ki, insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini deneyelim.

8 - Şüphesiz biz, yeryüzünde olanları kupkuru bir toprak yapacağız.

9 - Yoksa sen Ashab-ı Kehf'i ve Rakim'i (isimlerinin yazılı bulunduğu taş kitabeyi) şaşılacak âyetlerimizden mi sandın?

10 - O gençler mağaraya sığınınca şöyle dediler: "Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve bizim için şu işimizden bir kurtuluş yolu hazırla."

11 - Bunun üzerine biz de kulaklarını tıkayarak mağarada onları yıllarca uyuttuk.

12 - Sonra da iki gruptan hangisinin, onların mağarada kaldıkları süreyi daha iyi hesapladığını anlamak için, onları tekrar uyandırdık.

13 - Biz sana onların kıssalarını gerçek olarak anlatacağız. Hakikaten onlar, Rablerine iman eden birkaç genç idi. Biz de onların hidayetlerini artırdık.

14 - (Oranın hükümdarı karşısında) ayağa kalkarak dediler ki: "Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O'ndan başkasına ilâh deyip tapmayız, yoksa saçma sapan konuşmuş oluruz.

15 - Şu bizim kavmimiz, Allah'tan başka ilâh edindiler. Onların ilâh olduğuna dair açık bir delil getirselerdi ya! Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir?

16 - (İçlerinden biri şöyle demiştigülücük "Mademki siz, onlardan ve Allah'tan başka taptıkları putlardan ayrıldınız, o halde mağaraya sığının ki, Rabbiniz rahmetinden size genişlik versin ve işinizi rast getirip kolaylaştırsın."

17 - Ey Muhammed! Baksaydın güneşin doğduğu zaman mağaranın sağ tarafına yöneldiğini, batarken de sol taraftan onları makaslayıp geçtiğini görürdün. Onlar, mağaranın geniş bir yerinde idiler. İşte bu Allah'ın mucizelerindendir. Allah kime hidayet ederse, işte o, hakka ulaşmıştır; kimi de hidayetten mahrum ederse, artık ona doğru yolu gösterecek bir dost bulamazsın.

18 - Bir de onları mağarada görseydin uyanık sanırdın. Halbuki onlar uykudadırlar. Biz onları sağa sola çevirirdik. Köpekleri de girişte ön ayaklarını ileri doğru uzatmıştı. Eğer onları görseydin, arkana bakmadan kaçardın ve için korku ile dolardı.

19 - Onları bir mucize olarak uyuttuğumuz gibi, birbirlerine sorsunlar diye kendilerini uyandırdık da içlerinden bir sözcü şöyle dedi: "Ne kadar durup kaldınız?" (Kimi) "Bir gün ya da günün bir parçası kadar kaldık" dediler. (Kimi de) şöyle dediler: "Ne kadar durduğunuzu, Rabbiniz daha iyi bilir. Şimdi siz birinizi, bu gümüş paranızla şehre gönderin de baksın, hangi yiyecek daha temiz ise, ondan size azık getirsin. Hem çok dikkatli davransın ve sizi kimseye sezdirmesin."

20 - "Çünkü şehir halkı, sizi ellerine geçirirlerse muhakkak sizi taşlayarak öldürürler veya kendi dinlerine çevirirler ki, o zaman siz dünyada da ahirette de asla kurtuluşa eremezsiniz."

21 - Böylece insanları onlardan haberdar kıldık ki, öldükten sonra dirilmenin hak olduğunu ve kıyamet gününden şüphe edilemeyeceğini bildirmek için, öylece şehir halkına buldurduk. Onları mağarada bulanlar, aralarında durumlarını tartışıyorlardı. Dediler ki: "Üstlerine bir bina (kilise) yapın. Bununla beraber Rableri, onları daha iyi bilir." Sözlerinde üstün gelen müminler: "Üzerlerine muhakkak bir mescid yapacağız." dediler.

22 - Ashab-ı Kehf'in sayılarında ihtilaf edenlerden bazıları: Onlar, üç kişidir, dördüncüleri köpekleridir" diyecekler. Diğer bazıları da "Onlar, beş kişidir, altıncıları köpekleridir " diyecekler. Her ikisi de bilinmeyen hakkında tahmin yürütmektir. (kimileri degülücük "Onlar, yedi kişidir; sekizincisi köpekleridir" derler. De ki: "Onların sayılarını Rabbim daha iyi bilir." Onları ancak pek azı bilir, Bu sebeple onlar hakkında bu bildirilenler dışında bir münakaşaya girişme ve bunlar hakkında hiç kimseye de bir şey sorma!

23 - Hiçbir şey için, Allah'ın dilemesi dışında: "Ben yarın onu yapacağım deme"

24 - Ancak Allah dilerse (yapacağım de). Ve unuttuğun vakit Allah'ı an ve "Umarım Rabbim beni, doğruya daha yakın olana eriştirir." de.

25 - Onlar, mağaralarında üçyüz yıl kadar kaldılar ve dokuz yıl da buna ilave etmişlerdir.

26 - De ki: "Onların ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir." Göklerin ve yerin gaybı O'na aittir. O ne güzel görendir! O ne mükemmel işitendir! Onların, O'ndan başka bir yardımcısı yoktur. O, kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez.

27 - Rabbinin kitabından sana vahyolunanı oku! Onun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. Ve O'ndan başka bir sığınılacak da bulamazsın.

28 - Nefsince de, sabah akşam rızasını isteyerek Rablerine yalvaranlarla beraber candan sabret. Sen dünya hayatının süsünü isteyerek onlardan gözlerini ayırma. Kalbini, bizi anmaktan gafil kıldığımız, nefsinin kötü arzusuna uymuş ve işi hep aşırılık olan kimseye uyma.

29 - Ve de ki: O hak Rabbimizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. Çünkü biz zalimler için öyle bir ateş hazırlamışız ki, duvarları, çepeçevre onları içine alacaktır. Eğer feryad edip yardım isteseler, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile cevap verilir. O ne kötü bir içecek ve ne kötü bir dayanma yeri!

30 - İman edip de güzel davranışlarda bulunanlar var ya, şüphe yok ki biz öyle güzel işler yapanların mükafatını zayi etmeyiz.

31 - İşte onlara Adn cennetleri vardır; altlarından ırmaklar akar, orada altın bileziklerle süslenecekler, ince ve kalın ipekliden yeşil elbiseler giyerek koltuklar üzerine dayanıp kurulacaklar. O ne güzel karşılık ve ne güzel kalma yeri!

32 - Onlara, şu iki adamı misal olarak anlat: Biz bunlardan birine her türlü üzümden iki bağ vermişiz, her ikisinin etrafını hurmalarla donatmışız, aralarında da bir ekinlik yapmışız.

33 - İki bağın ikisi de yemişlerini vermiş, hiçbir şey noksan bırakmamış, ikisinin ortasından bir de nehir akıtmışız.

34 - İki bağın sahibinin ayrıca başka geliri vardı. Bundan dolayı bu adam arkadaşıyla münakaşa ederken: "Ben malca senden daha zengin ve insan sayısı bakımından da senden daha güçlü ve üstünüm" dedi.

35 - Adam, bu şekilde kendine zulmederek bağına girdi ve şöyle dedi: "Bunun hiç yok olacağını sanmıyorum"

36 - "Kıyametin kopacağını da zannetmem. Şayet Rabbimin huzuruna götürürlürsem, muhakkak orada bundan daha hayırlı bir sonuç bulurum".

37 - Bunun üzerine kendisiyle münakaşa eden arkadaşı da ona şöyle dedi: "Seni topraktan, sonra seni bir damla sudan yaratan, daha sonra da seni insan haline getireni mi inkar ediyorsun?

38 - "Fakat ben iman ederek diyorum ki: O Allah, benim Rabbimdir, ben Rabbime kimseyi ortak koşmam."

39 - "Kendi bağına girdiğin zaman: "Bu Allah'dandır, benim kuvvetimle değil, Allah'ın kuvveti ile olmuştur, deseydin ya! Her ne kadar beni, malca ve evlatça kendinden az görüyorsan da."

40 - Belki Rabbim, bana, senin bağından daha hayırlısını verir; senin bağına ise gökten yıldırımlar gönderir de, bağın yalçın bir toprak haline gelir."

41 - "Yahut, bağının suyu yerin dibine çekilir de bir daha suyunu çıkarıp bağını sulayamazsın."

42 - Derken serveti yok edildi. Bunun üzerine bağına yaptığı masraflara karşı ellerini oğuşturmaya başladı. Bağ, çardakları üzerine yıkılmış kalmıştı, "Ah Keşke Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmasaydım" diyordu.

43 - Onun Allah'tan başka yardım edecek adamları yoktur ve Allah'a karşı kendi nefsini de kurtaramadı.

44 - İşte burada yardım, yalnız hak olan Allah'a aittir. O'nun verdiği mükâfat da daha hayırlıdır, netice de daha hayırlıdır.

45 - Ey Muhammed! Sen onlara dünya hayatının misalini ver. Dünya hayatı, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sayesinde yeryüzünün bitkileri (her renk ve çiçekten) birbirine karışmış, nihayet bir çöp kırıntısı olmuştur. Rüzgarlar onu savurur gider. Allah her şeye muktedirdir.

46 - Mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdür. Bakî kalacak olan iyi ameller ise, Rabbinin katında, sevabca da hayırlıdır, ümid yönünden de daha hayırlıdır.

47 - O kıyamet gününü hatırla ki, dağları yürüteceğiz ve yeryüzünü çırılçıplak göreceksin. Bütün insanları, mahşerde toplayacağız hiçbir kimseyi bırakmayacağız.

48 - Onlar, saf halinde Rabbine arz edilmişlerdir. Allah, onlara şöyle diyecektir: "Şüphesiz sizi ilk önce yarattığımız gibi bize geldiniz. Fakat, size kıyamet için yaptığımız vaadi yerine getirmeyeceğimizi sanmıştınız, değil mi?

49 - O gün herkesin amel defteri ortaya konulmuştur. Ey Muhammed! Günahkârların, amel defterlerinden korkarak: "Eyvah bize! Bu nasıl deftermiş ki, büyük küçük hiçbir şey bırakmadan hepsini saymış dökmüş" dediklerini görürsün. Onlar, bütün yaptıklarını hazır bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.

50 - Yine o vakti hatırla ki biz, meleklere: "Âdem'e secde edin!" demiştik. İblis hariç olmak üzere onlar hemen secde ettiler. İblis cinlerdendi, Rabbinin emrinden dışarı çıktı. Şimdi siz beni bırakıp da İblis'i ve soyunu dostlar mı ediniyorsunuz? Halbuki onlar sizin düşmanınızdır. Zalimler için bu ne kötü bir değişmedir.

51 - Ben, onları (İblis ve soyunu) ne göklerin ve yerin yaratılışında, ne de kendilerinin yaratılışında şahit tutmadım ve hiçbir zaman doğru yoldan çıkanları yardımcı edinmiş değilim.

52 - Ve o (kıyamet) günü Allah kâfirlere şöyle buyuracak: "Ortaklarım ve şefaatçılarınız diye zannettiğiniz putlarınızı çağırın." Müşrikler onları çağırırlar, fakat kendilerine cevap vermezler. Biz, kâfirlerle ilâhları arasına ateşten bir engel koymuşuzdur.

53 - Günahkârlar ateşi görmüşler de artık ona düşeceklerini anlamışlardır. Fakat ondan kaçıp sığınacak bir yer bulamazlar.

54 - Şüphesiz biz, bu Kur'ân'da insanlara çeşitli mânâları türlü misallerle açık olarak verdik. İnsan ise, her şeyden çok mücadelecidir.

55 - Kendilerine doğru yolu gösteren peygamber geldiğinde insanları, iman etmekten ve Rabblerinden günahlarının mağfiretini istemekten alıkoyan şey sadece geçmiş milletlerin başlarına gelen felaketlerin kendilerine de gelmesini veya ahiret azabının ansızın göz göre göre gelip çatmasını beklemek olmuştur.

56 - Halbuki biz peygamberleri ancak müjdeciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kâfir olanlar ise hakkı, batılla ortadan kaldırmak için mücadele ediyorlar. Onlar, âyetlerimizi ve korkutuldukları azabı da alaya almışlardır.

57 - Rabbinin âyetleriyle nasihat edilip de onlardan yüz çeviren ve daha önce işlediği günahları unutandan daha zalim kim olabilir? Biz onların kalbleri üzerine (Kur'ân'ı) anlamalarına engel olan bir ağırlık, kulaklarına da sağırlık verdik. Ey Muhammed! Sen onları doğru yola çağırsan da onlar asla hidayete ermezler.

58 - Bununla beraber rahmet sahibi olan Rabbin çok bağışlayıcıdır, tevbe eden kullarına rahmeti boldur. Eğer Allah, işledikleri günahlar yüzünden onları hemen cezalandıracak olsaydı, onlara hemen azab ederdi. Fakat onlara vaad edilen bir zaman vardır ki, o geldiğinde Allah'ın azabından bir kurtuluş yeri bulamazlar.

59 - İşte zulmettikleri için helak ettiğimiz şehirler! Biz onların helâkleri için de belirli bir zaman tayin etmiştik.

60 - Ey Muhammed! Bir vakit Musa genç adamına demişti ki: "İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim, yahut senelerce gideceğim."

61 - Bunun üzerine ikisi de iki denizin birleştiği yere vardıklarında balıklarını unuttular. Bu arada balık, denizde yolunu bulup kaybolmuştu.

62 - İki denizin birleştiği yeri geçtikleri zaman, Musa genç arkadaşına: "Kuşluk yemeğimizi getir. Gerçekten biz bu yolculuğumuzda epey yorulduk" dedi.

63 - Adam: "Gördün mü! dedi. Kayaya sığındığımız vakit doğrusu ben balığı unutmuşum. Onu hatırlamamı, muhakkak şeytan bana unutturdu. O denizde garip bir yol tutup gitmişti."

64 - Musa da demişti ki: "İşte aradığımız o idi." Bunun üzerine izlerine dönüp gerisin geri gittiler.

65 - Nihayet kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş ve tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.

66 - Musa ona: "Allah'ın sana öğrettiği ilim ve hikmetten bana da öğretmen için sana tabi olabilir miyim?" dedi.

67 - (Hızır) dedi ki: "Doğrusu sen benimle asla sabredemezsin.

68 - "İçyüzünü kavrayamadığın şeye nasıl sabredeceksin?"

69 - Musa: "İnşaallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı gelmeyeceğim" dedi.

70 - (Hızır) dedi ki: "O halde bana tabi olacaksın; ben sana sırrını anlatmadıkça, hiçbir şey hakkında bana soru sorma!"

71 - Bunun üzerine ikisi beraber yürüdüler. Nihayet gemiye bindikleri zaman, o kul (Hızır) gemiyi deldi. Musa, ona şöyle dedi: "Geminin içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu çok kötü bir iş yaptın."

72 - (Hızırgülücük "Sen benimle asla sabredemezsin, demedim mi?" dedi.

73 - Musa dedi ki: "Unuttuğum şeyden dolayı beni suçlama ve bu işimden dolayı bana bir güçlük çıkarma."

74 - Yine gittiler. Nihayet bir erkek çocuğa rastladıklarında Hızır hemen onu öldürdü. Musa: "Kısas olmadan masum bir cana nasıl kıyarsın? Doğrusu sen çok fena bir şey yaptın" dedi.

75 - Hızır dedi ki: "Doğrusu sen benimle asla sabredemezsin demedim mi sana?"

76 - (Musa) dedi ki: "Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam bana arkadaş olma! Hakikaten benim tarafımdan ileri sürülebilecek son mazerete ulaştın.

77 - Bunun üzerine yine yürüdüler. Nihayet bir köy halkına varıp onlardan yemek istediler. Ancak köy halkı onları misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. Hızır hemen onu doğrulttu. Musa: "İsteseydin elbet buna karşı bir ücret alırdın" dedi.

78 - Hızır dedi ki: "İşte bu, seninle benim aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana o sabredemediğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim."

79 - "Gemi, denizde çalışan bir kaç yoksula aitti. Onu kusurlu kılmak istedim, çünkü onların ilerisinde her sağlam gemiye zorla el koyan bir hükümdar vardı."

80 - "Oğlana gelince, onun ana-babası mümin kimselerdi. Çocuğun onları azgınlık ve inkâra sürüklemesinden korktuk."

81 - "İstedik ki Rabbleri onun yerine kendilerine ondan temizlikçe daha hayırlı ve daha çok merhamet eden birini versin."

82 - "Duvar ise, o şehirde iki yetim oğlana ait idi. Duvarın altında onların bir hazinesi vardı. Babaları da iyi bir kimse idi. Onun için Rabbin istedi ki o iki çocuk erginlik çağlarına ersinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar. Ve ben bunların hiçbirini kendiliğimden yapmadım. İşte senin sabredemediğin şeylerin içyüzleri budur."

83 - Bir de sana Zülkarneyn'den soruyorlar. De ki: Size ondan bir hatıra okuyacağım.

84 - Gerçekten biz onu (Zülkarneyn'i) yeryüzünde iktidar sahibi yaptık ve ona ulaşmak istediği her şeyi elde etmesinin bir yolunu verdik.

85 - Derken o da bu yollardan birini tutup gitti.

86 - Nihayet güneşin battığı yere vardığı zaman, güneşi, (sanki) kara bir balçıkta batıyor buldu. Bir de bunun yanında bir kavim buldu. Biz ona dedik ki: "Ey Zülkarneyn! Onları ya cezalandırırsın veya onların hakkında iyi davranırsın."

87 - O da demişti ki: "Kim haksızlık ederse muhakkak ona azab edeceğiz; Sonra Rabbine geri döndürülecek, O da onu görülmemiş bir azabla cezalandırır."

88 - "Amma her kim de iman edip iyi bir iş yaparsa, buna da en güzel mükâfat vardır. Biz ona dünyada kolaylık gösterir zor işlere koşmayız."

89 - Sonra Zülkarneyn yine bir yol tuttu.

91 - İşte Zülkarneyn'in kudret ve saltanatı böyleydi. Ve biz onun yanında olan her şeyi bilgimizle kuşatmıştık.

92 - Sonra yine bir yol tuttu.

93 - Nihayet iki dağ arasına ulaştığında onların önünde, hemen hiç söz anlamayan bir kavim bulmuştu.

94 - Dediler ki: "Ey Zülkarneyn! Ye'cuc ve Me'cuc bu yerde fesat çıkarıyorlar. Onun için, bizimle onlar arasında bir sed yapman şartıyla sana bir vergi versek olur mu?"

95 - Dedi ki: "Rabbimin bana vermiş olduğu servet ve saltanat, sizin vereceğiniz şeyden daha hayırlıdır. Bana maddî yardımda bulunun da sizinle onların arasına en sağlam seddi yapayım.

96 - "Bana, demir kütleleri getirin." Nihayet dağın iki ucunu denkleştirdiği vakit: "Ateş yakıp körükleyin" dedi. Demiri bir ateş koru haline getirince. "Bana erimiş bakır getirin üzerine dökeyim" dedi.

97 - Artık Ye'cuc ve Me'cuc bu seti ne aşabildiler ne de delebildiler.

98 - Zülkarneyn dedi ki: "Bu Rabbimin bir lütfudur. Rabbimin vaadi geldiği vakit de onu dümdüz yapacaktır. Rabbimin vaadi de haktır.

99 - Biz o gün (kıyamet günü) onları bırakıvermişizdir. Dalgalar halinde birbirlerine girerler, Sûr'a da üfürülmüştür. Böylece onların hepsini bir araya toplamışızdır.

100 - Ve cehennemi o gün kâfirlere öyle bir göstereceğiz ki!

101 - Onlar ki, beni hatırlatan âyetlerimden gözleri bir örtü içindeydi. İşitmeye de tahammül edemiyorlardı.

102 - O kâfirler, beni bırakıp da kullarımı dostlar edineceklerini mi sandılar? Doğrusu biz cehennemi o kâfirlere bir konukluk olarak hazırladık.

103 - De ki: Amelleri en çok boşa gidenleri size bildirelim mi?

104 - Onların dünya hayatında çalışmaları boşa gitmiştir. Oysa onlar güzel işler yaptıklarını sanıyorlardı.

105 - İşte onlar, Rabblerinin âyetlerini ve O'nun huzuruna çıkacaklarını inkâr etmişlerdir de bu yüzden iyilik altında yaptıkları bütün amelleri boşa gitmiştir. Artık kıyamet günü onlar için hiçbir ölçü tutturmayız.

106 - İşte böyle, onların cezaları cehennemdir. Çünkü inkâr etmişler ve benim âyetlerimi, peygamberlerimi alaya almışlardır.

107 - İman edip salih ameller işleyenlere gelince, onlar için Firdevs cennetleri konak olmuştur.

108 - İçlerinde ebedî olarak kalacaklar, oradan hiç ayrılmak istemeyeceklerdir. Bu hatırlatma ve uyarmayı yeterli görmeyip de daha fazla açıklama isteyenlere karşı ey Muhammed!

109 - Deki: "Eğer Rabbimin sözlerini yazmak için deniz mürekkep olsa, Rabbimin sözleri tükenmeden önce, deniz muhakkak tükenecekti, bir mislini daha yardımcı getirsek bile."

110 - De ki: "Ben de sizin gibi ancak bir beşerim. Ne var ki, bana ilâhınızın ancak bir ilâh olduğu vahyolunuyor. Onun için her kim Rabbine kavuşmayı arzu ederse iyi amel işlesin ve Rabbine yaptığı ibadete hiç kimseyi ortak etmesin."
Bunu ilk beğenen sen ol.
Acemi Üye
RE: KEHF SURESİ
Vira Bismillah;
Kur'an-ı Kerim mealinin Kur'an-ı Kerim olmadığına ait güzel bir örnek.
Meal kime ait bilmiyorum ama biraz sorunlu gibi geldi.
Meal sahibi ne anlamışsa, tefsirlerden kuvvetli gördüğü bölümleri ekleme yapmış gibi. Orjinal formattan uzak göründü bana.
Yiğit gençlerin duası ve 9 yıl tabiri ilk gözüme çarpan önemli hatalardan.

Allahın lutfu ve yardımıyla Kehf Suresinin ilk 29 ayetini inceleyip, bir araştırma yaptım.
İnşallah faydası olur diye buraya eklemeyi düşündüm. İceleme esnasında Kurtubi tefsirinden istifade ettim.
Arapça bilgim olmadığını ve ilahiyat eğitimi almadığımı belirtmek isterim.

KEHF SURESİ
Rahman ve Rahim Allah´ın Adı ile
1. Hamd, kuluna Kitabı indiren ve onda hiç bir eğrilik koymayan Allah'a dır ki,
2. O, dosdoğru bir Kitaptır. Kendi katından şiddetli bir azabı bildirmek, salih ameller işleyen müminlere de güzel bir mükâfat olduğunu müjdelemek için (indirilmiştir).
3. Ki, o mükâfat içinde ebediyen kalacaklardır.
4. Ve: "Allah, çocuk edindi" diyenleri uyarmak için (indirmiştir).
5. Onların da, atalarının da buna dair hiç bir bilgisi yoktur. Ağızlarından çıkan bu söz ne büyük! Onlar ancak yalan söylerler.
6. Bu söze iman etmezler diye arkalarından üzülerek kendini helak edeceksin nerdeyse.
7. Hangisi daha güzel amelde bulunacak diye onları İmtihan etmek için, yeryüzünde bulunanları Biz ona bir süs yaptık.
8. Bununla beraber Biz, onun üstünde olan şeyleri elbet kupkuru bir toprak yaparız.
9- Sen, Kehf ve Rakîm ashabını hayret edilecek âyetlerimizden mi sandın?
10. Hani o yiğit delikanlılar mağaraya sığınmışlar ve şöyle demişlerdi: "Rabbimiz, bize tarafından bir rahmet, işimizde bize doğruyu bulma başarısını ver!"
11. Bunun üzerine Biz de nice yıllar mağarada kulaklarına vurduk.
12. Sonra da o iki zümreden hangisinin, bekledikleri süreyi daha iyi hesap ettiğini ayırt edelim diye onları uyandırdık.
13. Biz, sana onların kıssalarını gerçek şekliyle anlatalım: Gerçekten bunlar, Rablerine iman eden genç yiğitlerdi. Biz de hidâyetlerini arttırmıştık.
14. (Hükümdarlarının önünde) Dikilip de: "Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz O'ndan başkasını ilah diye çağırmayız. O takdirde gerçekten son derece batıl bir söz söylemiş oluruz" dediklerinde Biz, kalplerine sabır ve metanet vermiştik.
15. "Şunlar, şu bizim kavmimiz, O'ndan başka ilâhlar edindiler. Bari onlara dair açık bir delil getirselerdi. Artık Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir!"
16. "Mademki onlardan ve Allah'tan başka tapmakta olduklarından ayrıldınız, o halde mağaraya sığının. Rabbiniz size rahmetinden genişlik versin, İşinizde size faydalı olanı hazırlasın."
17. Güneş doğduğu zaman, mağaralarının sağ tarafına yöneldiğini, battığında da onların sol yanlarından kayıp gittiğini görürdün. Kendileri ise oranın geniş bir yerinde idiler. Bu, Allah'ın âyetlerindendir. Allah kime hidâyet verirse o doğru yola erdirilmiştir. Kimi de saptırırsa, artık onun için doğru yola erdirecek bir veli bulamazsın.
18. Onlar, uyuyor oldukları halde sen onları uyanık sanırdın. Biz onları sağ yanlarına da, sol yanlarına da çeviriyorduk. Onların köpeği ise, giriş yerinde iki kolunu (ön ayaklarını) uzatmıştı. Yanlarına çıkıp onları görseydin, mutlaka onlardan geri dönüp kaçardın ve hiç şüphesiz onların korkusu ile dolardın.
19. İşte böylece kendi aralarında soruştursunlar diye onları uyandırdık. Ardından içlerinden biri: "Ne kadar kaldınız?" dedi. "Bir gün veya bir günün birazı kaldık" dediler. Dediler ki: "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilendir. Şimdi siz, birinizi bu gümüş paranız ile şehre gönderin de baksın; hangi yemeği daha temiz bulursa ondan size bir rızık getirsin. Dikkatlice hareket etsin ve sakın sizi kimseye fark ettirmesin.
20. "Çünkü onlar, sizi ele geçirirlerse sizi ya taşlarlar yahut kendi dinlerine döndürürler. O takdirde ebediyen iflah olmazsınız."
21. Böylece bulunmalarını sağladık ki, Allah'ın vadinin gerçek olduğunu ve kıyametin kopacağında asla şüphe bulunmadığını bilsinler. Hani onlar kendi meselelerini aralarında tartışıyorlardı. Bunun üzerine: "Üzerlerine bir bina yapın" demişlerdi. Rableri onları daha iyi bilendir. Onların işine galip gelen kimseler İse: "Mutlaka biz, yanlarında bir mescit edineceğiz" dediler.
22. "Sayıları üçtür, dördüncüleri köpekleridir" diyecekler. "Beştir, altıncıları köpekleridir" de diyecekler. Bu, gaybı taşlamaktır. "Yedidir, sekizincileri köpekleridir" diyecekler. De ki: "Rabbim, onların sayısını en iyi bilendir. Onları pek az kimseden başkası bilemez." O halde bunlar hakkında zahir olan şeyden başkası ile mücadele etme! Bunlara dair onlardan kimseye bir şey sorma!
23. Hiç bir şey hakkında sakın: "Ben bunu mutlaka yarın yapacağım" deme.
24. Meğer ki Allah dilemiş ola. Unuttuğun zaman Rabbini an ve: "Umulur ki Rabbim beni bundan doğruya daha yakın olana erdirir" de.
25. Onlar, mağaralarında üç yüz yıl kaldılar, (buna) dokuz (yıl) daha kattılar.
26. De ki: "Allah ne kadar kaldıklarını en iyi bilendir. Göklerin ve yerin gaybı yalnız O'nundur. O ne güzel görendir, ne güzel işitendir! Bunların O'ndan başka hiç bir velileri yoktur. O, kimseyi hükmüne ortak yapmaz."
27. Rabbinin Kitabından sana vahyolunanı oku. O'nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. Sen Ondan başka bir sığınak asla bulamazsın.
28. Sabah akşam Rablerinin rızasını dileyerek O'na dua edenlerle beraberliğini sebatla sürdür. Dünya hayatının güzelliğini isteyerek gözlerin onlardan başkasına kaymasın. Kalplerine, Bizi anmaktan yana gaflet verdiğimiz, hevâ ve heveslerine uymuş, İşinde haddini aşmış kimselere de İtaat etme!
29. De ki: (O) Rabbinizden gelen haktır. Artık dileyen iman etsin, dileyen kâfir olsun. Gerçekten Biz, zalimler için etrafını saran duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmış bir ateş hazırlamışızdır. Eğer feryat edip yardım isterlerse, erimiş maden gibi yüzleri kavuran bir su İle yardımlarına varılacaktır. O ne fena içecektir ve orası ne kötü bir konaktır!"
Bunu ilk beğenen sen ol.
Son Düzenleme: 03-02-2012, Saat:10:22 PM, Düzenleyen: akli.zalim.
Acemi Üye
RE: KEHF SURESİ
Kehf ve Rakim Ashabı
Bismillahirrahmanirrahim deyip, başlayalım. İnşallah bu çalışma hayırlara vesile olur.
Kehf Ashabı hakkındaki hikâye; yer, zaman ve değişik kültür ve inanışlar yüzünden birbirine yakın fakat farklı versiyonlar türemesine yol açmıştır. En doğrusunu Allah (c.c.) bilir diyerek, Kur’an-ı Kerim ışığında olayı incelemeye çalışalım. İnceleme sırasında Kurtubi tefsirinden istifade edilmiştir.


Ayetin nüzul sebebi;
İbn İshak'ın naklettiğine göre Kureyşliler, en-Nadr b. el-Hâris ve Ukbe b. Ebi Muavt'ı, Yahudi ilim adamlarına gönderdiler ve onlara şu talimatı verdiler: Muhammed hakkında bunlara soru sorun ve onlara, Muhammed'in niteliklerini anlatın. Neler söylediklerini bildirin. Çünkü onlar, kendilerine ilk kitap verilmiş kimselerdir. Ve onların yanında bizim sahip olmadığımız türden Peygamberlerin getirdiği bilgiden malumat vardır.
Bunun üzerine en-Nadr ile Ukbe yola çıktılar ve Medine'ye gittiler. Medine'ye varıp Yahudi ilim adamlarına, Râsulullah (sav) hakkında soru sordular. Onlara durumunu anlattılar, söylediği sözlerin bir bölümünü haber verdiler ve şöyle dediler: Siz, Tevrat ehlisiniz. Biz size, bizim bu arkadaşımızın durumunu bildirmeniz için geldik.
Yahudi İlim adamları onlara şöyle dedi: Bizim size söyleyeceğimiz üç hususu ona sorunuz. Eğer bunlara dair size haber verecek olursa o, Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberdir. Şayet bunu yapmayacak olursa o, Allah'a yalan uyduran bir kimsedir. O takdirde uygun gördüğünüzü ona yaparsınız. Siz ona, eski zamanda ayrılıp gitmiş genç bir takım delikanlıların durumlarının ne olduğunu sorunuz. Çünkü gerçekten onların hayret edilecek bir halleri olmuştu. Yine ona, dünyanın doğularına ve batılarına ulaşmış, oldukça dolaşmış bir kimseye dair soru sorunuz. Onun haberi ne olmuştur? Yine ona Ruh hakkında sorunuz, o nedir? Eğer size bunları haber verecek olursa, ona uyunuz, o bir peygamberdir. Eğer yapmayacak olursa, biliniz ki o, yalan uyduran bir kimsedir. Onun hakkında uygun göreceğiniz uygulamayı yapınız.

En-Nadr b. el-Haris ile Ukbe b. Ebi Muayt, Medine'den dönüp Mekke'ye geldiler ve Kureyşlilere şöyle dediler: Ey Kureyşliler topluluğu! Biz sizlere, sizin ile Muhammed arasında ayırt edici hükmü vermenizi sağlayacak bir çözüm getirdik. Yahudi ilim adamları bizlere, ona sormamızı istedikleri bazı hususlar söylediler. Ve eğer bunlar hakkında size haber verirse o bir peygamberdir. Vermeyecek olursa, yalan uyduran bir kimsedir ve onun hakkında uygun gördüğünüzü yapınız, dediler.
Bunun üzerine Râsulullah (sav)'a gelip şöyle dediler: Ey Muhammed, sen bizlere, ilk zamanlarda ayrılıp gitmiş genç delikanlıların durumunu haber ver. Çünkü onların başından hayret edilecek şeyler geçmişti. İkinci olarak sen bize, yeryüzünün doğularına ve batılarına gitmiş, oldukça dolaşmış bir adam hakkında haber ver, ayrıca bizlere Ruh'un ne olduğunu da bildir. Râsulullah (sav) onlara: "Yarın size bu istediğiniz hususları haber vereceğim" deyip, "İnşallah" demedi. Onlar da yanından ayrılıp gittiler.

İddia edildiğine göre Râsulullah (sav) on beş gün geçtiği halde yüce Allah bu konuda ona bir vahiy indirmedi ve Cebrail de yanına gelmedi. Nihayet Mekkeliler, yalan haberler yayarak: Muhammed bize yarın haber vereceğini vaat ettiği halde, işte bu on beşinci günün sabahı. Kendisine sorduğumuz herhangi bir şeyi haber vermedi, dediler. Nihayet vahyin gecikmesi Râsulullah (sav)'i üzdü, kederlendirdi. Mekkelilerin konuştukları ona ağır geldi. Daha sonra Cibril (a.s), Allah (c.c) nezdinden ona Kehf ashabının söz konusu edildiği sureyi getirdi. Bu surede, Hz. Peygamber'e, onlar için üzülmesinden dolayı serzenişte bulunulduğu gibi, ona sordukları genç delikanlıların durumu ile dünyayı dolaşıp gezmiş adamın haberini ve Ruh'un mahiyetine dair sorduklarının cevabını getirdi.
İbn İshak dedi ki: Bana nakledildiğine göre Râsulullah (sav), Hz. Cibril'e: "Ey Cibril! Senin hakkında olumsuz kanaat beslememize sebep teşkil edecek kadar bizden uzak kaldın" dedi, Cibril ona: "Biz, ancak Rabbinin emri ile ineriz. Bizim Önümüzdeki, arkamızdaki ve bu ikisinin arasındaki her şey yalnız O'nundur. Rabbin unutkan değildir" (Meryem, 19/64) diye cevap verdi
.

Burada önemli noktalardan biri, asıl soru sahiplerinin Yahudi din adamları olmasıdır. Hikaye kaynaklarda baştan sona bir Hıristiyan hikayesi olarak geçer. Soruyu soran (sorduran) Yahudi din adamlarıdır, onların Hıristiyan gençleri kastetmesi eşyanın tabiatına aykırıdır.
Bu durumu tam anlatmak için örneklendirme yaparsak; Hz. İsa yeryüzüne geldiğinde, bir takım insanların Papa ya giderek ona ayırt edici bir soru talep etmeleri, Papa’nın da gelenlere Müslüman velilerin kerametlerinden sordurması gibi olur. Sordurduğu soruda varlığının temeli ile tezada düşmüş olur.

Allahın (c.c.) da Yahudilerin hangi gençleri öğrenmek istediklerini, onlardan daha iyi bildiğine göre, burada mevcut olan bir tuhaflık var. Allah-u Teâlâ onlar Musevi değildi demediği gibi, onlar Musevi idiler de demiyor. Bu sorunun sorulabilmesi için, Soruyu soran Yahudi din adamlarının elinde, gençlerin Musevi oldukları yönünde kuvvetli bilgileri ve belgeleri olması gerekir. En azından Şehirden çıkarken Musevi olmak durumundadırlar. Sorunun, baştan yanıltmalı bir soru olma ihtimali olmakla birlikte zayıf bir ihtimaldir. Yani o gençler keramet ile bilinir hale gelmişler. Hıristiyanları bir adım öne geçirebilecek böyle bir yanıltmalı da olsa soru sormaya cesaret edemezler, işlerine gelmez diye düşünüyorum. Kabullenmedikleri Hıristiyanların propagandasını yapmak, hangi Yahudi din adamının işi olabilir? Üstelik de anlatıma bakılırsa bu sorular birkaç Yahudi din adamı, yani bir kurul tarafından itina ile hazırlanmış.

Ayrıca kaynaklarda Yahudilerin, annesi İsrail oğullarından olmadığı sürece Musevi kabul edilmediği ve dışarıya da kız vermedikleri söylenmektedir. Durum bu ise; bu gençlerin soy itibariyle de İsrail oğullarından olması gerekir. Ayrıldıkları şehirde, takiye yapmak durumunda kalan Musevi Müslümanlar, bahse konu gençleri dinleri uğrunda şehit olmuş Yiğit Gençler diye hikayeleştirmiş veya yazıya döküp, doküman haline getirmiş olabilirler. Bu haliyle de kalanların nazarında Rakim ashabı olmuş olabilirler. Bu bilgi veya yazıtlar da zaman içinde hahamların eline geçmiş olabilir veya dinlerindeki baskı ortadan kalkınca o toplulukta zaten mevcut olan yazılı belgeleri gün ışığına çıkarmış, çok uzun süre sonra da bir soru olarak Peygamber Efendimize (sav) sormuş olabilirler.

Yahudilerde belgeler var ise neden bu konuda bu kadar suskun kalmışlar, hikayeyi sahiplenmemişlerdir? Hikaye MS 450-500’lü yıllarında Hıristiyan hikayesi olarak lanse edilmiş, Yahudiler MS 615’ler civarında bunu Peygamber Efendimize (sav) sormuşlardır. İşin ilginç bir tarafı da budur. Peygamberliğe delil olacak kadar kuvvetli bilgi sahibi olan insanlar, aradan geçen asırlar içinde dilsiz bir hale bürünmüşlerdir. Neden en baştan hikayeyi sahiplenmediler? Belgeler kayıp mı oldu? Yoksa susmalarını gerektirecek bir şey mi var?

Netice itibariyle Yahudi din adamlarında bahse konu gençlerin asgari şehirden çıkarken ve muhtemelen döndüklerinde Musevi oldukları konusunda kuvvetli kanaatleri, hatta bilgi ve belgeleri mevcut. Zaten Çıkarken Musevi iseler, dönüşleri bir veya iki günlük bir yaşanmışlık demek olacak ki, bu arada din değiştirmemişlerdir diye düşünmüş de olabilirler. Öyle ya peşlerinde kral, kelle koltukta, birkaç gün de nasıl din değiştirmek gibi üzerinde çokça düşünülmesi gereken bir konuda karar versinler. Ki dinlerini korumak için şehirden ayrılmışlardı zaten.
Bunu ilk beğenen sen ol.
Son Düzenleme: 03-02-2012, Saat:10:46 PM, Düzenleyen: akli.zalim.
Acemi Üye
RE: KEHF SURESİ
KEHF SURESİ
Rahman ve Rahim Allah´ın Adı ile
1. Hamd, kuluna Kitabı indiren ve onda hiç bir eğrilik koymayan Allah'a dır ki,
2. O, dosdoğru bir Kitaptır. Kendi katından şiddetli bir azabı bildirmek, salih ameller işleyen müminlere de güzel bir mükâfat olduğunu müjdelemek için (indirilmiştir).
3. Ki, o mükâfat içinde ebediyen kalacaklardır.
4. Ve: "Allah, çocuk edindi" diyenleri uyarmak için (indirmiştir).
5. Onların da, atalarının da buna dair hiç bir bilgisi yoktur. Ağızlarından çıkan bu söz ne büyük! Onlar ancak yalan söylerler.
6. Bu söze iman etmezler diye arkalarından üzülerek kendini helak edeceksin nerdeyse.
7. Hangisi daha güzel amelde bulunacak diye onları İmtihan etmek için, yeryüzünde bulunanları Biz ona bir süs yaptık.
8. Bununla beraber Biz, onun üstünde olan şeyleri elbet kupkuru bir toprak yaparız.


Burada ayet başlangıcında;Hamd, kuluna Kitabı indiren ve onda hiç bir eğrilik koymayan Allah'a dır ki, O, dosdoğru bir Kitaptır.”
denmektedir. Buradan alimler gibi benim de anladığım mana; O, hem içindeki bilgiler ile, hem de yazım, anlatım ve gramer olarak doğrudur. Arapçanın dil özelliği bakımından okunuş farklılıkları ayetleri birden fazla manaya sevk etmekte ve zorlama olmadığı sürece de diğer anlamları da doğru olmaktadır. Bazı noktalar açık ifade edilmeyip, içinde mucizeler barındırıyor olabilir. İlerleyen ayetlerde daha somut olarak bu konuya değinmeye çalışacağım İnşallah.

9- Sen, Kehf ve Rakîm ashabını hayret edilecek âyetlerimizden mi sandın?

Alimler genelde Kehf Ashabının Kuran’da anlatıldığını, Rakim Ashabının anlatılmadığını söylemekteler. Rakim; kitap, yazı, kitabe, gümüş para veya bir yer olarak nitelendirilmiştir. Rakim’i kitabe veya üzerlerine sonradan yapılan mescit, gümüş para olarak yorumladığımızda, aynı şeyi kasteden iki isim Kehf ve Rakim karşımıza çıkmaktadır. Halbuki Kehf ve Rakim ashabı arasında, az da olsa bir fark olması, ifadeye daha uygun düşer.

Benim kanaatim; iki tane topluluk olduğu yönünde. Birincisi Rakim Ashabı Kuran’da hikâyeleri anlatılan gençler. Rakim Ashabı tanımlamasını mağaranın içine atılmış veya çıkışı kapatan duvarın içine saklanmış, üzerinde bu gençlerin isim ve durumlarının anlatıldığı kitabeden almaktadırlar. Bu kitabeyi, gençlerin kaçtığı şehirde makam sahibi birkaç inançlı insanın gizlice koyduğu söylenmektedir. En doğrusunu Allah (c.c.) bilir, benim bu tanımı seçmemin sebebi, hikâyenin devamını daha mantıklı kılmasındandır.

Mağaraya giren ilk gurup ise Kehf ashabıdır. Onlar belki biraz daha kozmopolit bir yapıda, değişik şehirlerden olabilir. Aynı mağara içindeki, mağaraya ilk gelen gurup, yanlarında Allahın (C.c.) ayetlerini veya Peygamber hadislerini bulunduruyorlarsa bunlar da Rakim ashabı olarak nitelendirilebilir. Hikaye içinde yer almalarına rağmen hikayeleri anlatılmamıştır.

Kehf Ashabı bu iki Rakim Ashabının bütününü de tanımlıyor olabilir. Bu bütün içinde her bir zümre ayrı, ayrı Rakim Ashabı olabilir. Dolayısıyla ayette geçen Kehf ve Rakim Ashabı tanımlaması, bütünün ve o bütünün içindeki bir bölümün ifadesi olabilir. Veya Kehf Ashabı olarak oraya ilk gelenler tanımlanmıştır. Bu vesile ile mağara arkadaşları sıfatını kazanmış olabilirler. Yani ilk gelenler Ashabı Kehf, sonra gelenler Rakim Ashabı olarak tanımlanmış da olabilir.

Ben Rakim Ashabını Musevi gençlerin tanımlaması olarak algıladım. Diğer gurup, ihtimal Ashabı Kehf veya ikinci Rakim Ashabı kimdir? İnşallah ileride o konuya da kendi zannımca yorum getireceğim. Ama öncelikle Rakim Ashaplarından birini, aynı şehirden kaçan ve kitabesi olan Musevi Müslümanlar olarak tanımlayacağım ki biri diğerine karışmasın.

Bunu ilk beğenen sen ol.
Acemi Üye
RE: KEHF SURESİ
10. Hani o yiğit delikanlılar mağaraya sığınmışlar ve şöyle demişlerdi: "Rabbimiz, bize tarafından bir rahmet, işimizde bize doğruyu bulma başarısını ver!"

Bu Ashabı kehf ve Rakim ashabının ortak duası olabileceği gibi, onun içinde yer alan sadece Musevi Müslümanların (Rakim Ashabının) duası da olabilir. Bu dua, Genç Yiğitlerin duası ise, “doğruyu bulma başarısı,” ile mağaradaki diğer insanların dininin Hak olup, olmadığını öğrenme kastedilmiş olabilir. Çünkü mağaraya girerken köpek konuşmuş ve apaçık bir delil görmüşlerdi. Bunun hangi zümreye ait olduğunu kestirememiş olabilirler.


11. Bunun üzerine Biz de nice yıllar mağarada kulaklarına vurduk.

Kulaklarına vurmak tabiri, uykularından uyanmasınlar diye ses duymalarını engelledik şeklinde anlamlandırılmıştır.
Duadan sonra bu ayetin gelmesi, duanın Musevi Müslüman gençlere ait olma ihtimalini destekler mahiyettedir. Çünkü bu ikinci açık delil olacaktır. Her iki zümre de Allaha (c.c.) teslim olmuş, bu uğurda pek çok şeyini riske atmış kişilerdir. Dolayısıyla “,doğruyu bulma başarısı,” bir yönüyle zaten doğru yoldadırlar, bu dua ile başka bir şey kastedilmesi daha olasıdır. O başarı için de ikinci delil gösterilmiş olabilir.
Bunu ilk beğenen sen ol.
Acemi Üye
RE: KEHF SURESİ
Taberî der ki; İsrail oğulları, onların bulunmalarından sonra Peygamber (sav)'a kadar geçen süre hakkında görüş ayrılığına düştüler. Onlardan kimisi, üç yüz dokuz yıl kaldılar, demişlerdir.

Peygamber efendimiz (sav) ile bulunmalarına kadar geçen süreyi hesap edersek, 630 dan 300 yıl çıkarttığımızda, MS 330’lu yıllar bulunmaktadır. Dolayısıyla bu Yahudilerin aklını karıştıracak kadar yakın bir tarihe tekabül etmektedir. Bundan da 300 yıl çıkartıldı mı MS 30 kalır ki bu da Hz İsa’nın Yeryüzünden ayrılmasına yakın bir tarih olur. Burada mevzu edilen Yahudilerin aklını karıştıracak kadar yakın bir tarihe sahip olması durumudur. Çünkü olayın MS 250 yılında geçtiği ve MS 425-450 yılında uyandıkları söylenmektedir ki bu tarihler bu olay ile örtüşmemektedir. Çünkü bu görüşe göre 175-200 yıl uyudukları mevzu bahis olur ve bu kadar fark (125-150 sene) herhangi bir karışıklığa sebep olmayacak kadar büyük bir farktır. Ayrıca Yahudilerin kafasını karıştıran bu durum, Ashabı Kehf’in ve Rakim Ashabının Hz. İsa’dan önce olmadığına dair ipuçları taşır.

Zannım gümüş dinarın Tiberus’a ait olduğu şeklindedir. MS 16-37 yılları arasında hüküm sürmüştür. İmparator ise Caligula olabilir. Onun hükümdarlığı MS 37-41 yılları arasında olmuştur. İmparatorluğu esnasında kendini tanrısallaştırdığı görülmektedir. Kendine ait heykelleri şehir merkezlerine ve hatta sinagoglara yerleştirdiği söylenmektedir. Kudüs Mabedine bile put konmasını emretmiş, Vali bu emri geciktirerek iç savaşı önlemiştir. Bu yaklaşımla uyanmaları MS 337-341 yılları arasında olabilir. MS 337 de Konstantin ölmüş ve İmparatorluk oğulları arasında üçe bölünmüştür. MS 340 yılında iki oğlu arasında iç savaş olmuş ve oğullarından biri ölmüştür. MS 344 yılında Sasaniler’in kuzey Mezopotamya’ya saldırıları olmuştur, bazılarına göre zafer kazanmışlardır.

Hikayede bir çoban ile karşılaştıkları, çobanın da onlara iştirak ettiği söylenmiştir. Hatta köpek sahibi de odur diye ifade edilir. Bazıları çobanın onlara ihanet ettiğini ve yerlerini gösterdiğini söylemişlerdir. Çoban doğru olsa bile, tek çoban zümreyi açıklamaya yeterli gelmez. Zümreden kasıt bir topluluktur ve bir topluluk 2-3 kişiden fazla olmalıdır.
Ayrıca ayetlerde geçen diyaloglardan konuşan zatın Allahın (c.c.) veli kullarından olduğu, iman, şeriat ve bilgi bakımından bu gençlerden daha üstün olabileceği izlenimi edinilmektedir.

Diğer zümreden konuşan kişide sanki peygamber kokusu var. Konuşan kişinin ya Peygamber ashabından veyahut ta Peygamber ashabından ders görmüş tabiinden bir zat olabileceğini düşünmekteyim. Yani bu çoban insan çobanı olabilir. Eğer gerçek bir çoban olsa koyunlarını kurtlara teslim etmiş olacak ki, bu emanete hıyanet etmek olurdu. Koyunları geri götürüp, iştirak etse, dikkat çekecek, diğerlerinin yerini belli edecekti ve o kadar geniş zamanları da yoktu. Gençlerin hükümdar peşlerindeyken durumlarını yolda rastladıkları bir çobana anlatmaları da zayıf bir ihtimaldir. Konu hakkında ileride incelemeye devam edeceğim inşallah.

Netice itibariyle bende oluşan kuvvetli zan; Olayın Mezopotamya ekseninde, MS 40-60 yılı başlangıç, MS 340-360 yıllarında da uyanmaları şeklinde cereyan ettiği. Ve mağarada iki gurubun olduğu şeklindedir. İlk gurup, ya bu gurupla aynı dönemde veyahut ta onlardan 10-15 sene önce mağaraya sığınmış olabilirler.
Bunu ilk beğenen sen ol.
Acemi Üye
RE: KEHF SURESİ
13. Biz, sana onların kıssalarını gerçek şekliyle anlatalım: Gerçekten bunlar, Rablerine iman eden genç yiğitlerdi. Biz de hidayetlerini arttırmıştık.

Allah (c.c) bu gençlere iman ettikten sonra aklıselim ve feraset vermiş, olayları doğru bir şekilde anlamalarını sağlayarak imanlarını kuvvetlendirmiş olabilir. Hikayede geçen köpeklerinin konuşması da bu bağlamda telaffuz edilmiştir.

Yüce Allah, onların hidayetlerini çobanın köpeğini -havlayıp kendilerine dikkat çekmesi korkusu ile- taşlayıp uzaklaştırdıkları sırada, onların hidayetlerini artırmıştı. Çünkü köpek, dua eden bir kimse gibi, ön ayaklarını Semaya doğru kaldırınca, Allah onun konuşmasını sağlayarak şöyle demişti: Ey gençler, ne diye beni kovuyor, niçin beni taşlıyorsunuz, niçin beni vuruyorsunuz? Allah'a yemin ederim, siz O'nu bilip tanımadan kırk yıl öncesinden ben O'nu bilip tanımıştım. Allah, böylelikle onların hidayetlerini artırmıştı.

Köpeğin çobana mı ait olduğu, çobanın var olup, olmadığı varsa bile Müslüman olup, olmadığı tartışmalı bir konudur. Ben köpeğin Musevi Müslümanlardan birine ait olduğu zannındayım ki bu şekilde ifade eden İslam alimleri de olmuştur. Köpeğin konuşmasında “,siz O’nu bilip tanımadan kırk yıl öncesinden ben onu bilip tanımıştım,” diye bir ifade geçmektedir.
Cümlenin bu olduğu varsayımıyla olayı inceleyelim. O, diyerek kime referans vermektedir? Onların inanmasından kırk yıl önce köpek neyin bilgisine sahip olmuştur? Kimi bilip tanımıştır? Köpek kaç yaşındadır?

Genel itibariyle köpekler 20-25 yıl yaşarlar. Gençlerin yeni iman ettiğini farz etsek bile köpek 40-45 yaşlarında olmalıdır. O zamirinin Allah’ı (c.c.) tanımlaması halinde köpek 40-45 yaşlarında olmalıdır. Eğer taşlayanlar Hıristiyan Müslümanları ise “O” nun anlamı Hz. İsa ve O’nun doğumu veyahut ta köpeğin Hz. İsa ile karşılaşması olabilir. Allah (c.c.) Peygamberini tüm dünyaya tanıtmış ve köpek de bunu kastediyor olabilir. Bu durumda bir ihtimal olayın başlangıcı MS 40 civarı olabilir. Gençler Musevi Müslüman’ı değimliydi? Hıristiyan Müslümanları da nereden çıktı? Biraz daha ilerleyelim İnşallah ona da sıra gelir.

Ka'b dedi ki: Onlar, bir köpeğin yanından geçtiklerinde köpek onlara havladı. Onu kovdular. Ancak, geri döndü, defalarca onu kovdular. Bu sefer köpek, arka ayakları üzerine dikilip ön ayaklarını dua eden bir kimsenin yaptığı şekilde semaya doğru kaldırıp dile geldi ve: Benden korkmayın, çünkü ben Allah'ın sevdiklerini seviyorum. Siz uyuyun, ben de sizi koruyayım, size bekçilik edeyim, dedi.

Hikayede köpek önemlidir. “Siz uyuyun, ben de sizi koruyayım, size bekçilik edeyim,”demiş olması mantıklı ve hikayenin bu şekilde gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Gençler, Allahın (c.c.) bir ayetine şahit oldukları gibi ondan sonra yaşayacakları diğer ayetine de zemin hazırlamıştır bu durum. Şöyle ki; Eğer aralarında köpek olmasa ve bulundukları geniş yerin girişinde nöbet tutmasa, aralarından bir nöbetçi seçecekler ve gece-gündüz içlerinden biri uyumayacak ve sonra sırası geleni kaldırarak devam edeceklerdi. Nöbette olan birinin de uyuması, görevini yapmaması, emanete hıyanet olur ki bu da hoş olmasa gerek. Köpek, hepsinin aynı anda uyuyabilmesine ve hikayenin bu şekilde gelişmesine sebep olmuştur. Girişi tutması, bu görevin bilincinde olduğunun bir başka işaretidir. Eğer köpek sonradan peşlerine takıldıysa bu köpekte de bazı sırlar olabilir. Belki de bildiğimiz anlamda bir köpek değildir. Fakat “onların köpeği” tabiri bunun Yiğit Gençlere ait olması durumunu daha mümkün kılmaktadır.
Bunu ilk beğenen sen ol.
Acemi Üye
RE: KEHF SURESİ
14. (Hükümdarlarının önünde) Dikilip de: "Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz O'ndan başkasını ilah diye çağırmayız. O takdirde gerçekten son derece batıl bir söz söylemiş oluruz" dediklerinde Biz, kalplerine sabır ve metanet vermiştik.

Meale eklenen hükümdarlarından benim anladığım bölgesel hükümdarlarıdır. Olay başlangıcının Roma imparatorluğu topraklarında geçtiği söylenmektedir. Roma imparatorunun Mezopotamya’da sürekli kalması veya olayın oluşumu esnasında orada bulunması zayıf bir ihtimaldir. Bu, yönetime sahip kişi, kendi kavimlerinden olan federal bir kral veya vali olabilir.


15. "Şunlar, şu bizim kavmimiz, O'ndan başka ilâhlar edindiler. Bari onlara dair açık bir delil getirselerdi. Artık Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir!"

Bu ayet alimler tarafından, Rakim ashabının (Musevi Müslüman gençlerin) kendi aralarında yaptığı bir konuşma olarak yorumlanmıştır. Benim zannım ise; bu gençler yanlarında köpek olduğu halde mağaranın girişine geldiler. Kapıda duran, hiç tanımadıkları bir kişiyi gördüler. Geri dönüp gitme şansları yoktu çünkü bir B planı yapmamışlardı. Kapıdaki adam onlara nerden gelip, nereye gittiklerini sordu. Onlar da mağaraya sığınmaktan başka bir yol göremedikleri için durumlarını anlattılar ve "Şunlar, şu bizim kavmimiz, O'ndan başka ilâhlar edindiler. Bari onlara dair açık bir delil getirselerdi. Artık Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir!" diye kavimlerini şikayet ettiler.

16. "Mademki onlardan ve Allah'tan başka tapmakta olduklarından ayrıldınız, o halde mağaraya sığının. Rabbiniz size rahmetinden genişlik versin, İşinizde size faydalı olanı hazırlasın."

Mağaranın giriş kapısında duran kişi de onlara "Mademki onlardan ve Allah'tan başka tapmakta olduklarından ayrıldınız, o halde mağaraya sığının. Rabbiniz size rahmetinden genişlik versin, İşinizde size faydalı olanı hazırlasın." Diye karşılık verdi. İslam alimleri bunun kendi aralarında bir konuşma olduğunu ifade ederler. Ama anlatım, sözün guruptan olmayan birine ait olmasını destekler mahiyettedir.

Zannımca olayın devamı şu şekilde olabilir; mağaraya girecekleri sırada giriş bölümünün yanında gizlenmiş birkaç kişi dışarı çıktı. Veya köpek orada saklanan kişileri sezdi ve onlara havladı. Saklananlar çıkıp, köpeğin laf anlamayacağı için yerlerini belli edebileceğini, onu geri döndürmelerini istediler. Musevi Müslümanlar uğraştıkları halde köpeği geri döndüremediler. Onlar mağaraya saklandılar, bu sefer Hıristiyan gençler onu uzaklaştırmaya çalıştılar. Onlar da başarılı olamayınca, köpeği taşlamaya başladılar. Köpek de dile geldi ve onları zora sokmayacağını, onlar için bekçilik yapacağını söyledi. Bu durum hem Musevi, hem de Hıristiyan gençlerin hidayetlerini arttırdı. Musevi Müslümanlar, Allahın (c.c.) apaçık bir deliline sahip oldular fakat mahiyetini idrak edememiş olabilirler.
Bunu ilk beğenen sen ol.
Acemi Üye
RE: KEHF SURESİ
17. Güneş doğduğu zaman, mağaralarının sağ tarafına yöneldiğini, battığında da onların sol yanlarından kayıp gittiğini görürdün. Kendileri ise oranın geniş bir yerinde idiler. Bu, Allah'ın âyetlerindendir. Allah kime hidâyet verirse o doğru yola erdirilmiştir. Kimi de saptırırsa, artık onun için doğru yola erdirecek bir veli bulamazsın.

18. Onlar, uyuyor oldukları halde sen onları uyanık sanırdın. Biz onları sağ yanlarına da, sol yanlarına da çeviriyorduk. Onların köpeği ise, giriş yerinde iki kolunu (ön ayaklarını) uzatmıştı. Yanlarına çıkıp onları görseydin, mutlaka onlardan geri dönüp kaçardın ve hiç şüphesiz onların korkusu ile dolardın.


Mağaranın büyük bir mağara olduğu ifade edilmiştir. Daha sonra İnşallah değinileceği üzere bu mağara çok büyük, biraz dolambaçlı, uzun bir yürüme ile mağaranın geniş bölgesine ulaşıldığı düşünülmektedir. Köpek giriş kapısının değil, ondan haylice içeri tarafta olan, büyük avlunun giriş bölümünde uzanmış olması daha makuldür. Onların köpeği tanımlaması, bu köpeğin Musevi Müslümanlardan birine ait olmasını daha mantıklı hale getirir.

Onların uyuyor oldukları halde uyanık sanılması, bilinçleri olmamasına rağmen sürekli hareket etmelerinden olabilir. Mağara insanların korku duyacağı bir şekilde veya orada görevli melekler ile insanların kalbine korku verilmekte, oraya ulaşmaları engellenmekte olabilir.
Bunu ilk beğenen sen ol.

İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren İslami Forum sitemizde 5651 sayılı kanunun 8. maddesine ve T.C.K'nın 125. maddesine göre tüm üyelerimiz yaptıkları paylaşımlardan kendileri sorumludur. Sitemiz hakkında yapılacak tüm hukuksal şikayetleri bağlantısından bize ulaşıldıktan en geç 3 (üç) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmenlikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve site yöneticilerimiz tarafından bilgi verilecektir.