TASAVVUF EHLİNİN KUR’AN VE SÜNNETTEN
İSTİNAD ETTİKLERİ DELİLLER
Mevla Teala İsa (Aleyhisselam) ın ümmeti hakkında:
“Onların (yeni bir adet olmak üzere) icad ettikleri Ruhbanhığa (gelince): Onu üzerlerine biz farzetmedik. Ancak (onlar bunu sırt) Allah’ın rızasını aramak için yaptılar.
Fakat buna hakkıyla riayet de etmediler. Biz de içlerinden iman edenlere mükafatlarını verdik. Onlardan bir çoğu ise fasık (doğru yoldan çıkmış) kimselerdir.” (Hadid Suresi: 27 den) buyurmaktadır.
Büyüklerden bazısının beyanına göre Allah-u Teala’ya yakınlık için evliyaullahın ortaya koydukları tarikat kaidelerinin tamamı, Peygamberlerin Allah’ın emriyle getirdikleri şeriata dahildir.
Çünkü Mevla Teala bu ayet-i celilesinde, İsa (Aleyhisselam) ın ümmetinin icad ettikleri Ruhbanlık yolunu tenkid etmeyip kabul etmiş, kendilerine lazım kıldıkları yola riayet edenlere ecirlerini vereceğini vaadetmiş, ancak tuttukları yola devam etmeyerek riayetsizlik gösterenleri ayıplamış ve onların fasık olduklarını bildirmiştir.
Şu kadar varki Mevla Teala onlar hakkında kullandığı bidat ismini bu ümmet hakkında kullanmayıp, bizlere şeref vermek için ümmetin güzel gördüğü sünnet isimini münasip görmüştür.
Nitekim:
Cerir İbn-i Abdillah (Radıyallahu Anh) dan rıvayete göre, Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
“Bir kimse, islamda güzel bir sünnet ortaya koyar (çığır açar) da, kendisinden sonra onunla amel edilirse, o kimseye o sünnetle amel edenlerin ecri kadar sevap yazılır, amel edenlerin ecirlerinden de bir şey eksilmez.
Ve her kim, islam’da kötü bir çığır açar da kendinden sonra onunla amel olunursa, bununla amel edenlerin günahı kadar o kimseye günah yazılır, amel edenlerin günahlarından da bir şey eksilmez.” buyurmuştur. (Müslim, İlim:6, No:1017, 4/2059, Zekat:20, No: 1017, 2/704, Tirmizi, İlim:15, No:2675, 5/43 İbn-i Mace, Mukaddime: 14, No:203, 1/74)
Görüldüğü gibi bu hadisi şerifte Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “Güzel bir bidatuyduran” buyurmayıp, “Güzel bir sünnet icad eden.” buyurarak, güzel olan şeyleri ortaya çıkartmamıza müsaade etmiş, ona sünnet ismini vermiş, onu başlatana ve kıyamete kadar onunla amel edenlere de ecir vaadetmiştir. Bundan dolayı Ariflerin (Allah’ı bilenlerin), şeriatın açıkça emretmediği zikir ve ibadetlerden ortaya koydukları bütün vazifeler, açık bir sünnete zıt düşmedikçe “Bidat” sayılmayacağı gibi aksine “Güzel bir sünnet” sayılır.
Dolayısıyla tasavvuf ehlinin başlarını traş etmeleri, az yeyip az uyuyarak riyazat yapmaları, zikre devamları, uzlete çekilmeleri gibi bütün yaptıkları, bir takım hikmetli işlerdir ki Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) herkesin dayanamayacağını bildiği için hak yola sülük etmiş özel dostların bu tarikatlarını umum insanlara açıklamamıştır. Bunun için bu manevi yol sıradan müslümanlara vacip olmaz. Bu ayet-i celile ve hadis-i şeriften anlaşıldığına göre, Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) inaçık bir ifadesi olmamakla birlikte meşayıhın yolu Allah-u Teala’dan alınmadır.
Resulullah(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ümmetine istinan (güzel sünnetler ortaya koyma) kapısını açmasaydı meşayıhtan hiçbiri kendiliğinden bir hüküm çıkarmaya cesaret edemezdi.
Diğer bir ayet-i celilesinde de MevlaTeala:
“(Ey ümmetler!) Her birinize bir şeriat ve minhac tayin ettik.” (Maide Suresi:48 den) buyurmaktadır.
Fahrurrazi, Hazin, Alusi ve Ebussuud tefsirlerinde zikredildiğine göre, Ayet-i celilede geçen: (şir’ate) kelimesi, şeriat manasındadır.
Şeriat’ın aslı ise, beyan ve izhar (açıklamak ve izah etmek) manasında olan: (şer’a) mastarıdır.
Bu kelimenin bir şeye başlamak manasında olan: (şuruu) mastarından alındığı da söylenmiştir. Arapçada şeriat, insanların su içmek için girdikleri yol anlamındadır.
Buna göre şeriattan maksat: Allah-u Teala’nın kullarına girmelerini emrettiği dindir.
Su, fani hayata sebep olduğu gibi, din de ebedi hayata sebep olduğundan şeriat diye adlandırılmıştır.
Ya da şeriat, kendisini kullananı, görünen kirlerden temizleyen suyun yolu olduğu gibi din de kendisiyle amel edeni manevi kirlerden temizlediği için şeriat kelimesi din manasında kullanılmıştır.
Diğer bir görüşe göre: Şeriat, açık olsun olmasın mutlak olarak yol manasında olup, sonra dine kavuşturan tarikat-ı ilahiye (Allahın yolu) anlamında kullanılmıştır. Minhac ise, açık ve geniş yol demektir.
Alimlerden bir kısmı, ayet-i kerimede geçen “Şir’at” ve “Minhac” lafızlarının aynı manaya geldikleri halde tekid (söze kuvvet vermek) için tekrarlandıklarını, ikisinden de maksadın din olduğunu söylemişlerdir.
Diğer bir takım ulema ise, bu iki kelime arasında ince bir fark bulunduğu görüşündedirler, şöyle ki: “Şeria”t, Allah’ın, kullarına uymalarını emrettiği din, “Minhac” ise, o şeriata ulaştıran açık yol demektir.
İmam-ı Müberrid (Rahimehullah) a göre, “Şeriat” yolun başlangıcı, “Tarikat” ise dosdoğru devam edip giden yoldur. Bir kısım ulema şöyle demişlerdir: “Şir’at” mutlak manada şeriat, “Tarikat” ise, şeriatın rne-krimi (bütün güzellikleri) dir ki “Minhac” tan murat da tarikattır. Buna göre “Şeriat” evvel (yolun başı), “Tarikat” ise yolun sonudur. (İmam-, Fahrüddin er-Razi, Mefatihu’l -Gayb, 12/12)
Müfessirlerin imamı olan Fahrurrazi (Rahimehullah) Hazretlerinin şeriat ve tarikat hakkında naklettiği bu görüş, tarikatı inkar edenler hakkında ehli tarik için büyük bir hüccet (delil)dir.
Diğer bir manaya göre “Şeriat” peygamber, “Minhac” ise kitaptır.
İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma) nın buyurduğuna göre, “Şir’at” sünnet, “Minhac” ise yoldur.
İmam-ı Katade’nin beyanına göreyse, “Şir’at” yol, “Minhac” ise sünnettir.
Ruhu’l-Beyan sahibi İsmail Hakkı (Rahimehullah) Hazretleri okurlarına şöyle hitabetmiştir: “Şeriatın zahiri ile meşgul olman tamamlanınca tarikata çok iyi çalış, çünkü o, şeriatin batını (içi) dir ve halis akıl sahiplerine uy.
Her nebinin bir şir’at ve minhacı (şeriatı ve sünneti) olduğu gibi, her velinin de hususi bir tarikatı vardır. Onların yolundan sapan muhakkak ki hak yoldan sapmıştır.” (Ismail Hakkı Bursevi- Ruhu’l -Beyan, 2/40 7)