كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ * اِنَّكَ مَيِّتٌ وَاِنَّهُمْ مَيِّتُونَ gibi Âyetlerin¬den aldığı dersle, râbıta-i mevti sülûklerinde esas tutmuşlar; tûl-i emelin menşei olan tevehhüm-ü ebediyeti o rabıta ile izale etmişler. Onlar farazi ve hayalî bir surette kendilerini öl¬müş tasavvur ve tahayyül edip ve yıka¬nıyor… kabre konuyor farzedip, düşüne düşüne nefs-i emmâre o tahayyül ve tasavvurdan müteessir olup uzun emellerinden bir derece vaz geçer. Bu rabıtanın fevâidi pek çoktur. Hadîste;اَكْثِرُوا ذِكْرَ هَادِمِ اللَّذَّاتِ-ev kemâ kal- Yâni: «Lezzetleri tahrib edip acılaştıran ölümü çok zikredi¬niz!» diye bu rabıtayı ders veriyor. Fakat mesleğimiz tarikat olmadığı, belki hakikat olduğu için, bu rabıtayı ehl-i tarikat gibi farazî ve hayali su¬retinde yapmağa mecbur değiliz. Hem meslek-i hakikata uygun gelmiyor. Belki, akıbeti düşünmek suretinde müstakbeli zaman-ı hâzıra getirmek değil, belki hakikat nokta¬sında zaman-ı hâzırdan istikbale fikren gitmek, nazaran bakmaktır. Evet, hiç hayale, faraza lüzum kalmadan bu kısa ömür ağacının başındaki meyvesi olan kendi cenazesine bakabilir.
Onunla yalnız kendi şahsının mevtini gördüğü gibi, bir parça öbür ta¬rafa gitse, asrının ölümünü de görür; daha bir parça öbür tarafa gitse, dünya¬nın ölümünü de müşahede eder, ihlâs-ı etemme yol açar.”()
Burada da Hz. Üstad (R.A.) tarikat kelimesini örfi ma’nâyı murad ederek tasavvuf yerinde kul¬lanmaktadır. Bu hususta Usûl-i Resail-i Nur adlı eserde kâfi izahat bulunduğundan oraya havale edip burada esas mevzumuzla alâkalı olarak anla¬dıklarımızı yazacağız.
“Bize zulmedenler, ellerinde HAYATI VE ME¬DENİYETİ VE LEZ¬ZETİ tutup, bizi o tarz-ı ha¬yata ehemmiyet vermemekle ittiham edip, mes’ul ediyorlar, hattâ îdam ve ağır ceza ile hapse sokmak istiyorlar. Fa¬kat kanunca sebep bulamı¬yorlar. Biz dahi ellerimizde hayât-ı bakiyenin mukaddemesi ve perdesi olan MEVTİ VE ÖLÜMÜ tu¬tup onların başla¬rına vurup intibaha getirmek ve onları hakikî mes’uliyet ve mahkûmiyet¬ten ve i’dam-ı ebedîden ve daimî haps-i münferidden kurtulmalarına bü¬tün kuvvetimizle çalışıyoruz.”()
Buyurduğu gibi, Risale-i Nur; hakikat dersleri¬nin hemen hepsinde, bütün gücüyle mevti ve ahireti ders verdiği için bir nur talebesi ölümü o kadar kendisine yakın hisseder ki; “ömrünün se¬neleri adedince, belki günleri adedince, belki saat¬leri adedince birer ferd-i aher sayılır.” ()
Yâni her geçen saatini hayatından bir cenaze olup ahirete gittiğini bil¬fiil müşahede edecek bir vaziyete gelir. Onun için günün belli saatlarmda ve belli zamanlarında değil, belki günün her anın¬da, aldığı kuvvetli iman-ı tahkikinin dersleriyle görüyor ki; her an bir cenaze olup, bir daha dön¬memek üzere, iki ayak üstündeki tabutu vasıtasıy¬la ahirete gönderilmek¬tedir. Dünyası da öyle, kâinatı da öyledir. O halde tarikatın hakikat mertebesindeki rabıta-i mevt, sâlikin bir an dahî nazarından kaçmayan hayatının bir yönlendiricisidir. Bu suretle uzun emellerinden vaz geçer, hakikî ihlâsı kazanır.