***
Resûl–i Ekrem’in bütün hayatı, O’nun ilahi emirleri harfi harfine tatbik ettiğine şahittir. Hz. Muhammed felaketler, hezimetler karşısında sabreder, bunun mukabili olarak bir lütuf ve bir nimete erdi mi şükrederdi. Resûl–i Ekrem bu iki vasfa eşit olarak haizdi. Bir hadis–i şerifte deniliyor ki: “Ashab’dan biri, bir gün Resûl–i Ekrem’e dünyada en büyük musibetlere kimlerin hedef olduklarını sordu. Buna cevap olarak herkesten ziyade Peygamberlerin her eziyet ve felakete maruz kaldıklarını, diğer insanların mertebeleri nisbetinde bu gibi imtihanlara uğradıklarını söyledi” (İbn–i Mâce).
Hz. Muhammed (sav) henüz validesinin rahminde iken babasını kaybetmek gibi bir felakete uğramıştı. Sonra daha çocuk iken validesi vefat etmiş, iki sene sonra dedesi vefat etmişti. Peygamberliğini muteakip Kureyş’e karşı O’nu himaye eden amcası Ebû Talip, hayat ortağı ve medâr–ı tesellisi olan Hz. Hatice de vefat etmişti. İnsan, anasından babasından sonra evlatlarını sever. Resûl–i Ekrem’in Hz. Fatıma’dan başka bütün çocukları, ya küçük yaşta, yahut gençlik çağında ölmüşlerdi. Bütün bu felaketler, yalnız O’nun gözlerini yaşartmış, fakat O’nun ağzından, mukadderatına hakim olan kudrete karşı şikâyet kelimesi duyulmamıştı. Hz. Peygamber, bütün bu felaketler karşısında sabretmiş, bütün bu felaketlerden dolayı sarsılmamıştı.
Peygamberimizin en büyük kızı Zeynep, Hicret’in 8. senesinde vefat etmiş, bizzat Peygamber O’nun defnedilmesi için talimat vermişti. Ceset kabre indirilirken Peygamberin gözlerinden yaşlar boşanmış, lakin ağzından bir kelime çıkmamıştı. Peygamberimizin bizzat yetiştirdiği Hz. Zeyd, candan sevdiği Hz. Cafer Mute savaşında şehit düşmüşlerdi. Resûl–i Ekrem, bu iki yâreninin ölümünden müteessir olmuş, ağlamış, fakat Cafer’in karısı feryad edince onu teskin etmiştir.
Peygamberimizin torunlarından biri can çekişme durumunda iken kerimesi kendisini çağırmış, Resûl–i Ekrem ona “Cenab–ı Hakk’ın aldığı, verdiği O’nundur. Allah’ın katında her varlığın muayyen bir eceli vardır. Sabredelim ve O’ndan iyilik niyaz edelim” tarzında cevap göndermiş, kerimesi O’nun gelmesi için ısrar edince bazı arkadaşları ile birlikte onun yanına gitmişti. Can verme ıstırabını çekmekte olan çocuk O’nun kollarına verilmiş, Resul–i Ekrem ağlamıştı. Ashab; “Ya Resûlallah! Niçin ağlıyorsunuz?” demişler, Resûl–i Ekrem şu cevabı vermişti: “Bu Cenab–ı Hakk’ın her insana verdiği sevginin eseridir. Başkalarına acıyana Cenab–ı Hakk da acır.”
Bir defa Resûl–i Ekrem, Sa’d bin Ubade’nin hatırını sormaya gitmişti. Sa’d, ölümle pençeleşiyordu. Resûl–i Ekrem ağlamış, Ashab da ağlamışlar, sonra Resûl–i Ekrem şöyle demişti: “İnsana ağlamaktan veya üzelmekten dolayı bir mesuliyet teveccüh etmez. Azaba ancak insanın dili sebebiyet verir.”
Hz. Peygamber, oğlu İbrahim’in ölümünden müteessir olarak şu sözleri söylemişti: “Göz yaşarıyor, kalp mahzun oluyor. Fakat Biz ancak Rabb’imizi hoşnut edecek sözler söyleriz. İbrahim! Senden ayrılmak bizi mahzun ve müteessir etmiştir.”
İnsan geçici felaketlere muvakkat darbelere tahammül eder. Fakat peşpeşe ve zincirleme felaketlere tahammül imkânsızdır. Halbuki Hz. Muhammed, Hicretten önceki 13 seneyi meşakkat, felaket ve ıstırap içinde geçirmişti. Mekke ve Taif’in katı yürekli şakileri tam 13 sene O’nunla alay etmişler, O’nu işkenceye uğratmışlar, O’na her türlü hakaret ve haksızlığı göstermişlerdi. Sonra Resûl–i Ekrem’i öldürmek için tertip edilen suikastleri, O’nu imha için hazırlanan savaşları hatırlayınız. Acaba bütün bu felaketlere mukavemet ve hepsini bertaraf eden âmil, Peygamberin sarsılmaz sabrı değil mi?