Her nefis ölümü tadacaktır. Sonunda bize döndürüleceksiniz. Ankebut-57
Bu dünya hayatı sadece bir eğlence ve oyundan ibarettir. Asıl hayat ahiret yurdundaki hayattır. Keşke bilseler! Ankebut-64
Mustafa İslamoğlu-Esma'ül Hüsna Dersleri
Mustafa İslamoğlu-Esma'ül Hüsna Dersleri
Alketa gel seninle birbirimize ön yargı ile yaklaşmama, birbirimizi anlama konusunda anlaşalım. Aksi halde bir yere varamayacağız.
Anlaştığımızı düşünerek müsaade edersen bir soru sormak istiyorum.
Allah'a (haşa) cahil diyen bir kişi hakkında ne dersin? Yine Allah'a cahil diyen bir kişiyi savunan kişi hakkında ne dersin?
Hakaret meselesine gelince, bu konuda birinin alim olması gerekmez her kim olursa olsun, hakaret, aşağılama gibi şeyler en hafif tabirle yakışmıyor.
Sanusi bunu bir uyarı olarak söylüyorum. Bir daha herhangi bir kimseye hakaret etme lütfen. Bu son uyarıdır.
Herkes aynı fikirdeyse,
hiç kimse yeterince
düşünmüyor demektir.
Mevlana
Maalesef böyle bir ifade bile kullanamam çünkü bu şahısdaki olay yanlışlıktan çok daha ötelere gitmiş. Hani genetik bozukluk sonucu hilkat garibesi olarak doğan insanlar vardır, işte benim bu şahısta gördüğün aynı olgunun manevi versiyonudur.
Dikkat! ruh, ruha baka baka kararır(veya aydınlanır)
Bu şahsa ilgi ve alaka gösterirseniz korkarım ki, aynı manevi çarpılmaya siz de uğrarsınız.
Abdullah bin selam anlatıyor;
"Ben zamanında Tevvrat’ı ve tefsirini, babamdan öğrenmiştim. Babam, bir gün; âhir zamanda gelecek peygamberin sıfatını, alâmetini ve yapacağı işler hakkındaki ayeti bana anlattı ve: “’Eğer o Harun evladından gelecek olursa ona tâbi olurum, yoksa tâbi olmam” dedi! fakat babam, Rasûlullah’ın medine’ye gelişinden önce öldü.
Rasûlullah kuba’ya gelip amr bin avf oğullarının evine ininceye kadar, sustum. Ben kendime ait hurma ağacının üzerinde uğraşır, yaş hurma toplarken, benî nadîrlerden birisinin: “Bugün, arapların bekledikleri adamları geldi.” diye bağırdığını işittim ve bir kimse de gelip onun geldiğini bana haber verince, beni bir titreme tuttu, yüksek sesle "Allahu ekber” diyerek tekbir getirdim. o sırada, Hâlide binti hâris, hurma ağacının altında oturuyordu. Kendisi halam olup, çok yaşlı idi. Tekbirimi işitince: “Allah seni umduğuna erdirmesin, elini boşa çıkarsın ey habîs! Vallahi Mûsâ bin imrân’ın gelişini işitmiş olsaydın, bundan daha fazlasını yapmazdın.” diyerek çıkıştı. Onunla aramızda şöyle bir konuşma geçti…
- Ey hala! vallahi, o, Mûsâ bin imrân’ın kardeşidir. Onun gibi, peygamberdir. Onun dinindedir. Onun gönderildiği şeyle gönderilmiştir!
- Ey kardeşimin oğlu! Yoksa o kıyamete yakın, gönderileceği bize haber verilmiş olan peygamber midir?
- Evet!
- Peki öyleyse!
- “Rasûlullah geldi” diye haykırıyorlar bak, ben de o’nu görmek için koşuşturan halkın arasında gideceğim!
Abdullah bin selâm, “Rasûlullah’ın yüzünü görünce, vallahi bu yüz yalancı yüzü değildir.”diyerek, İslam ile şereflenir."
Peki bu menkıbeyi neden anlattım?
Bu mustafa islamoğlu denen adam var ya!
İşte bu adamın yüzünü görünce içimi bir kasvet kaplıyor ve Abdullah bin selam'ın belirttiği mananın tam tersini haykırmak istiyorum.
Not: Bu şahsın söyledikleri tümüyle yanlıştır iddiasında değilim. burada sıkıntı farklı. Sanki bu adamın bizatihi kendisi yanlış...
Hiçbir şeyi Kuran’ın önüne koymayalım diyen de, size kendince anladığı bir Kuran’ı yani kendi anlayışını sunuyor, öyle değil mi? Mutlak olarak ve tümden Kuran’ı anlayamayacağına göre, başka türlüsü mümkün değil. Çünkü Kuran Allah'ı kelam sıfatından gelir. Allah'ın zatı gibi sıfatları da sonsuzdur. İnsan aklının onu ihata edebilmesine imkan ve ihtimal yoktur.
Evet güneş(kuran) mutlak bir ışık kaynağıdır ancak o güneş insandaki kafa ve kalp aynalarının temizliği ölçüsünde tecelli eder.
Ayna kirliyse veya çarpıksa güneşin yansıması(anlayış) da çarpık olur.
Bu durumda en mantıklı davranış, kafa ve kalp aynası temiz olduğuna kesinkes kânî olduğumuz bir zata itibar etmektir. Yoksa onun bunun veya kendimizdeki kirli aynanın vereceği kısıtlı imkanlarla başbaşa kalırız.
Kuran’ı kendi anlayışlarına kalkan yapanlar spritüel yankesicilerdir. Oysa bu işin başı dürüstlüktür. Hem kendini hem de başkalarını kandırmaya çalışmamaktır.
Biz onlar gibi Kuran’ı kalkan olarak kullanmayız. Ortaya koyduğumuz din anlayışını sahipleniriz ve "bir pırıltı görürseniz bilin ki, o Kuran’dandır, eğer bir eğrilik görürseniz o da bizim nefsimizdendir, Kuran’ı değil bizi itham ediniz!" deriz.
işte onlarla aramızdaki fark.
(alıntı)
Konuyu Okuyanlar: 1 Ziyaretçi